15 Ocak 1902’de Selanik’te doğdu. Dedesi Nazım Paşa, Mevlevi tarikatına üye özgürlükçü biridir ayrıca Selanik’in son kadısıdır. Babası Türk ve annesi ise Alman, Polonyalı, Gürcü, Çerkes ve Fransız kökenlidir. 1913’de ilk şiiri olan Feryad-ı Vatan’ı yazdı. 1918’de Heybeliada mektebinden mezun oldu. Bu sırada hececi şairler arasında genç bir ses olarak ünlendi. Bahriye Mektebi'nden öğretmeni olan Yahya Kemal Beyatlı'ya hayrandı. Yazdığı şiirleri gösterip eleştirilerini alıyordu. 1920'de Alemdar Gazetesi'nin düzenlediği yarışmada birincilik kazandı. Bu ödül ününü artırdı. Mezun olduktan sonra Hamidiye gemisine güverte stajyer subayı olarak atandı ancak 17 Mayıs1921’de uygunsuz hareketleri münasebetiyle atıldı. Milli mücadeleye katılmak için Anadolu’ya kaçtı. 1 Ocak 1921'de Mustafa Kemal'e silah ve cephane kaçıran gizli bir örgütün yardımıyla dört şair, Faruk Nafiz, Yusuf Ziya, Nâzım Hikmet, Vâlâ Nureddin, Sirkeci'den kalkan Yeni Dünya vapuruna gizlice bindiler. Ankara’ya geçebilmeleri için izin gelmesi gerekiyordu ancak beklenen izin sadece Nazım Hikmet ile Vala Nurettin’e geldi.
Bolu’da bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra yazdıkları şiirler tepki çekti ve Batum üzerinden Moskova’ya gitti. Doğu Emekçileri Komünist Üniversitesinde Siyasal Bilimler okudu. Devrimin ilk anlarına şahitlik yaptı ve komünizmle tanıştı. 1924’de Rusya’da ilk şiir kitabını yayımladı. Aynı yıl Türkiye’ye döndü. Burada Aydınlık Dergisinde yazmaya başladı ancak sakıncalı yazıları nedeniyle 15 yıl hapsi istendi ve Rusya’ya geri döndü. 1928 yılında çıkarılan aftan yararlanarak ülkeye geri döndü ve Resimli Ay Dergisinde çalışmaya başladı. 1935’te Piraye ile evlendi. Ancak 1938 yılında 28 yıl hapis istemi ile tutuklandı ve 12 yıl süreyle hapis yattı. Bu dönem kendisinin hapisten çıkması için imzalar toplandı hatta öyle ki Birleşmiş Milletlerin bir kolu olan Dünya Hukukçular Derneği Nazım’ın serbest bırakılması için TBMM’ye mektuplar gönderdi.
Dönemin partisi Demokrat parti tarafından kısmı affa tabi tutulup cezasının bir bölümünü çektikten sonra serbest kalan Nazım, Piraye’den boşanır ve dayısının kızı Münevver Berk ile evlenir. Bu evlilikten bir çocuğu olur. Askerlik işlerini halletmek için evden çıkar ancak akşamüstü radyodan Bükreş’te olduğu öğrenilir. Anlaşılır ki askere alınacağı ve öldürüleceği endişesiyle o dönem Stalin yönetiminde olan SSCB’ye kaçmıştır. 25 Temmuz 1951’de vatandaşlıktan çıkarıldı. Büyük dedesinin memleketi olan Polonya’ya geçti ve Polonya vatandaşı oldu. Borzecki soyadını aldı. Yurtdışında geçirdiği yıllarda Bulgaristan, Macaristan, Küba, Fransa, Mısır gibi ülkeleri gezdi. Bu ülkelerde konferanslar verdi. Radyo yayınları yaptı. 1962 yılında Kruşçev’in aracılığıyla Sovyetler Birliği pasaportu aldı. Vera’yla birlikte gittiği Afrika ve Asya Yazarlar Birliği konferansına Türk vatandaşı olmadığı için kabul edilmeyecek, bu kabul edilmeme Nazım’ın Türk milletine nasıl bağlı olduğunu belirten konuşma yapması ve başkan seçilmesiyle son bulacaktı. Sağlığı bozulmasına rağmen Bükreş, Leipzig, Prag, Berlin konferanslarına gitmeye devam edecektir.
1963 başlarında Asya ve Afrika Yazarlar Birliği toplantıları için Afrika’ya gidiyor çeşitli etkinlikler kapsamında Almanya’da konaklıyordu ancak bu yılı çoğunlukla Moskova geçirdi. 3 Haziran 1963 sabahı saat 06:30'da gazetesini almak üzere ikinci kattaki dairesinden apartman kapısına yürüdü ve tam gazetesine uzanırken geçirdiği kalp krizi sonucunda vefat etmiştir. Ölümü üzerine Sovyet Yazarlar Birliği salonunda yapılan törene yerli yabancı yüzlerce sanatçı iştirak edecek ve tören siyah beyaz olarak kaydedilecektir. Ünlü Novodeviçi Mezarlığı'nda gömülüdür. Mezar taşı siyah bir granitten olup meşhur şiirlerinden biri olan rüzgâra karşı yürüyen adam figürü taş üzerinde ebedileştirilmiştir.
2002 yılı UNESCO tarafından Nazım Hikmet yılı ilan edilmiştir. Şair Nâzım Hikmet'in 2008 yılının ilk günlerinde, eşi Piraye'nin torunu Kenan Bengü tarafından Piraye'nin evrakları arasında “Dört Güvercin” adında bir şiiri ve üç adet tamamlanmamış roman taslağı bulundu. 2009 yılının 5 Ocak Günü "Nâzım Hikmet Ran'ın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkartılmasına ilişkin Bakanlar Kurulu kararının yürürlükten kaldırılmasına ilişkin önerge" Bakanlar Kurulu'nda imzaya açıldı. Nâzım Hikmet Ran'a yeniden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının iade edilmesine ilişkin bir kararname hazırladıklarını ve bu teklifin imzaya açıldığını ifade eden Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek, 1951 yılında vatandaşlıktan çıkartılan Ran'ın yeniden Türk vatandaşı olmasına ilişkin önerinin Bakanlar Kurulu'nca oylanarak kabul edildiğini söyledi.
Poetikası üzerine konuşacak olursak Nazım Hikmet şiire hece ölçüsüyle başlamıştır. Fakat en baştan beri onun heceyle yazdığı şiirler dahi dönemin şairlerinin şiirlerinden farklıdır. Şiiri geliştikçe hece ona dar gelecek ve yeni arayışlar içine girecektir. SSCB’de geçirdiği 1922-1925 yıllarında bu arayış doruğa çıkacak ve çıkış yolunu serbest ölçüde bulacaktır. Mayakovski’nin Fütürizminden etkilenir ve şiiri bu yönde şekillendirir. Türkiye’de serbest nazımın ilk uygulayıcısıdır. Köklü bir divan edebiyatı geleneğinden gelen Türk şiiri aruzdan kolay kolay kopamamış öyle ki tanzimat ve servet-i fünun dönemlerinde dahi aruzla yazan şairlerimiz olmuştur. Hece kullanan şairler basit şairler olarak görülmüş ve bu geçişin sancısı uzun süre çekilmiştir. Tabi Nazım başta heceyi daha sonra da serbest ölçüyü çağının daha ötesinde kullanana kadar. Divan ve halk şiiri söyleyişlerini, çağdaş bir şiir anlayışı içinde eritmiştir. Her yayımladığı kitabında geleneği kökten sarstığı için çokça eleştirilmiş ancak Ahmet Haşim ve Yakup Kadri gibi isimlerin övgüsünü alması doğru yolda olduğunu pekiştirmiştir. O şiire birçok konuda zirvesini yaşatmış, ünü, kalitesi ülkeye sığmamış ve dünyaya yayılmıştır.
Yolda çarpışan insanların dahi birbirlerini bıçakladığı günümüzde hem Nazım hapisteyken hem de Necip Fazıl hapisteyken birbirlerini ziyaret etmişler ve birbirlerine saygı çerçevesinde görüşmüşlerdir. Günümüzde bu iki adamın tarafgarları bine bin katarak birbirlerine giriyorlar belki de üstatların gördüklerinde gülecekleri hadiselerde dahi hır gür çıkarmaktan geri duramıyorlardır. Halbuki bir "Kaldırıma" oturup Cem Karaca’nın "Herkes gibisin" şarkısını dinleyerek onları "Hasretle" yad etsek fena mı olur?
YAZAR: Mustafa MOTUĞAN
Henüz Yorum Yapılmamış